Son Yorum Alan Yazılar

2020/1

Bomba gibi patladı 2020 ve biz insanlık çok şaşkınız, neden? Bombayı hazırlayıp saatini kurduğun vakit elbet patlamayacak mı? Üstelik biz insanlar o bombanın patlamasını hızlandırmak için elimizden geleni yapmıyor muyuz yüzyıllardır??? Fakat fark etmiyoruz biz çünkü demiştim ya kolektif hafızamız çok zayıf, hafızamızın zayıf olduğu kadar da ironik bir biçimde inanç kapasitemiz aslında çok düşük. Bunca din v.s… Nasıl olur? Bal gibi olur. Bir takım kuralları kabul edip uygulamaya çalışmak değildir inanç. İnsanoğlu mucizeye inanamaz, inanması için görmesi gerekir. Hz Musa’nın denizi ikiye ayırdığına şahit olması gerekir. Günümüzde o bile olsa inanmayız. Hele ki kendi felaketimizi kendimizin getirdiğine –daha da kötüsü nefes alan canlı gezegenimizin de sonunu getirdiğimize- inanmamız çok zor. Çünkü tedricen oldu; yıllardır. Çevreciler bas bas bağırırken cehalet yine yıkmaya devam etti. Bizim gerçeği anlayabilmemiz için bir virüs gibi aniden gelip, agresif ve fazla miktarlı kayıplarla kasıp kavurması gerekir felaketin… Yine de anlar mıyız ben ikna olmuş değilim…

Gündemimizin en tepesindeki virüs insan ayrımı yapmıyor, ulaşabildiği herkese ulaşmaya çalışıyor. Biz maalesef hala yapıyoruz. Cahiller cahilce, cehaletten sıyrılmış olanlar da cahillerin zekasıyla alay ederek zulme devam ediyor. İnsanoğlunun zalimliği asla iflah olmaz. İnsanoğlunun zalimliğini, kibrini ve yıkıcılığını hiçbir dış etken durduramaz. Ancak kendisi kendi sonunu getirebilir.

Zalimiz; en hafifinden birbirimizi iğnelemekten ya da biraz farklı görünene karşı küçük gruplar oluşturup dedikodu yapmaktan kendimizi alamıyoruz.

Zulüm spektrumumun ortasında alaycılığımız var. Cehaletimiz ile yanlış anladıklarımızla bile kendimizden zayıflara eziyet etme zevkimiz var. ( bakınız covid-19, en büyük zararı görme ihtimalleri yüksek olduğu için evden çıkmaması istenen yaşlılarımızın virüs kaynağı olduğu düşünüldü, bu eksik zeka yetmedi, eziyet edildi..)

Zulmümüzün en kallavi boyutları ise benim küçük aklıma sığmaz. İnsan tarihi benim algılayamadığım zülüm hikayeleri ile dolup taşıyor, hala da devam ediyor.  


Mutlulaşmak

Mutlulaşmak

Bir insan her zaman mutlu olamaz, kabul. Zaten bu durum mutluluk tanımını değiştirir kanımca. İnsan zorla da mutlu edemez kendini ancak mutlulaşabilir bence. Bu kavramı ben uydurmuş olabilirim belki. Mutlulaşmanın faydalarını ve yöntemini de aktarmak istiyorum şimdi : ) Diyelim ki bir sabah uyandınız ve çok mutsuz hissediyorsunuz kendinizi. Bunun sebebi yaşadığınız bir olay, kafanızdan atamadığınız bir düşünce ya da kapılıp kaldığınız bir duygu olabilir. Fizyolojik olabilir, psikolojik olabilir, ilaç etkisi olabilir, hormonal olabilir… Sebep her neyse… Bir şekilde de gününüze devam etmek zorundasınız. Sürekli dairede dönen hamster gibi devam etmek zorundasınız. Bu suni dünyanın yapma ve saçma bir kuralı olsa da fikirlerinizden bir anda o düzenden sıyrılabilecek gibi de değilseniz o anda, devam etmek zorundasınız. Mutluluğu içinizde bulun demeyeceğim. O uğraş daha kronik-uzun süreli-hayat hedefli-sürekli bir amaç… Bizim durumumuz ise akut, birden gelişen ani bir mutsuzluk durumu. Çözümüz de ancak anlık, günlük veya idareten olabilir. Evrimle biz çok garipleştik. İnsanoğlu çok garipleşti. Bazen –hatta çoğu zaman- neyi neden hissettiğimizi bile anlayamayız… Bırakın dünyayı anlamayı, bilimi, politikayı, enerjileri, dengeleri anlamayı, kendimizi anlayama çalışarak analiz içinde kafayı yemiş bir ömür geçirebiliriz. Bilirim ben, o analiz sınırı aştı mı, o çizgiyi geçtik mi, özeleştiri yapıcı halden çıkar da artık… Ama demem şu ki bazen neden mutsuz olduğumuzu bile bilemeyiz. Eğer beynimiz daha basit bir düzeyde çalışıyorsa günlük olaylara, insanlara atfedebilir buna inanabiliriz; eğer o anda duygu-durumumuz analize müsait değilse yine aynı şeyi yapabiliriz… Durup bir düşünmek, Tıp’ta dendiği gibi ‘Önce Zarar vermemek’ v.s gibi gerekliliklere hele hiç girmiyorum. Diyorum ki, diyelim ki mutsuzuz, aniden, beklemeden sebepsiz veya sebepli yere mutsuzlaştık. O zaman ne yapacağız??? Mutlulaşacağız. “I need to get Happy” diyeceğiz. Nasıl mı? Mesela benim için en etkili olan yöntemlerden biri müziktir. Bilirim ki mutsuzken, insan onu mutlu edecek her şeyden de kaçmak ister. Sanki o melankoli içinde kendine acımaya devam etmek ister. Üşenmeyeceğiz, ruhumuz söz konusuysa üşenmek yok… Müzik ise en canlandırıcı, gaza getiren müziğimizi dinleyeceğiz… Kahveyse bardak üstüne bardak içeceğiz… Kendimizi ifade etmekse; sayfalarca yazacağız ya da konuşacağız… Su ise su, duş ise duş, koşu ise koşu, masaj ise masaj… Kişiye özel yöntem her ne ise… O. Ha o yönteme ulaşabileceğimiz ortamda değilsek çok küçük değişikliklerle o koşullara ulaşmanın yolunu bulacağız, kısa süreli de olsa ortam değiştireceğiz… Köklü değişimlerden bahsetmiyorum, atla deve değil, yapılabilir şeyler bunlar.

Hadi mutlulaşma zamanı… Dünya başımıza yıkılmış mı hissediyoruz?? Kafamızdan atılamayacak dertlerimiz mi var? Hiçbir şey yok ama kendimizi kendimiz değil gibi hissediyoruz ve mutsuzluğumuzdan ötürü de suçluluk mu hissediyoruz???

Neyse ne… Bir an için mutlulaşma zamanı. Bu yaşam tuzağından kurtulmanın yolu en azından benim için açık değil, mutluluk kahkaha neşe umut ise bulaşıcıysa… Hadi bir an olsun mutlulaşalım, yayalım.


Hiçbir yer

Konu yaşamak istememek değil… Tersine aslında… Konu bu dünyada bu düzende bu sistemde yaşamak istememek…  Böyle bir halde hiçbir yerde olmamak güzel bir konum olmalı.  Birçok din, felsefe ve/veya hayat görüşünün ulaşmak istediği noktanın özeti bu belki de. Hiçbir yerde hem hiçlik var hem de kaynakla birlik. Hem tamamen kendinlesin hem de tamamen boşlukta. Hiçbir ihtiyacın yok, hiçbir filtren yok, hiçbir arzuya bağımlı değilsin. Yaşamın anlamsızlığı değil anlamı hiçlikte bence. Hele o hiçliğe arada ziyaret edip geri gelebilenler anlamlı gibi görünen yaşam karmaşasına belki daha kolay katlanabilirler. Belki astral seyahat, belki meditasyon, belki  de dua ile…

Arada bir kaçıp bu hiçlikte tatil yapabilmenin peşindeyim.

Yoksa beni kim inandırabilir gitgide yükselen binaların-avmlerin-plastiğin gerekliliğine?? Kuralsız- düzensiz toplumlar kuramayışımızın sebebinin DNA’mıza işlenmiş medeniyetsizliğimiz olduğunu bilerek insanoğlunun kibrine nasıl katlanabilirim?

Muhteşem bir “sihir” olarak gördüğüm bilimin sadece ve sadece var olan her canlıya eziyet ve cinayet amacında olduğunu nasıl görmeyebilirim?

Var olmamın “iyi” bir şey olduğunu, yaşayarak insanlık olarak iyi bir şey yaptığımızı ruhen ve zihnen kim kanıtlayabilir…

Belki de “hiçbir yerde” bu soruların cevabı vardır. Bir gün hepimizin olacağı yerde.   


Felsefe...

 "Cogito ergo sum" “Düşünüyorum, öyleyse varım.” Rene’ Descartes’in ünlü sözü, felsefi yorumu; “Duyularımız bazen bizi aldattığına göre, hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını farzetmeliyim.

Burada sobanın karşısında oturduğumu nasıl bilebilirim. Bundan emin olamam. Rüya ya da hayal görüyor olabilirim. Ya da muzip bir şeytan benimle oyun oynuyor olabilir. Kuşku duymayacağım tek şey, bir şey düşünüyor olmam. Rüya gördüğümü, benimle alay edildiğini ya da bir bedenim olmadığını düşünsem bile bu böyle. İşte buldum! Düşünüyorum, öyleyse varım!”


Matriksin şifresi

 Dünya’nın son kullanım tarihi sanki, yaklaştı… Bu zamana kadar geldiğim yola bakıyorum; hayatım çok farklı olacak sanıyordum ben, ben farklı bir insan olurum sanıyordum… Ne hayatım ne de ben beklediğim gibi çıkmadı… Umduğumdan çok daha farklı noktalara gelmiş hissediyorum kendimi. Hep kurallara uygun yaşayıp varoluş sorgulamasını bastırmaya çalıştım.