Yazılar

Lohusa olmak/ Ebeveyn olmak / Anne olmak

Lohusa olmak/ Ebeveyn olmak / Anne olmak

 

O doğalı 23 ay oldu ve ben yeniden yazmaya ancak başlayabildim. Notlar aldım, fikirlerimi yitirmedim ama onları bir araya getirebilmek ve eski kendim olamayacağımı anladıktan sonra yeni “kendim”i bulabilmek ve onu cümle içinde kullanmayı öğrenebilmek zaman aldı. Yine de tam öğrendim diyemem. Ama birkaç aydır kendimi yeniden cümle kurmaya hazır hissetmeye başladım yavaş yavaş.

Lohusa olmak

Bebeğimi kucağıma aldığım andan itibaren bambaşka biri olmuştum. Yaralı, endişeli, korkak… Herkesin yaşadığı süreç elbette farklıdır fakat benim hayatımda yaşadığım en zor dönemdi. Yemek yemeyi çok seven ben o dönemde zorunda olduğum için yiyordum. Sıcakmış soğukmuş baharatmış tuzmuş hiç umrumda değildi. Aklım hep bebeğimin yediklerindeydi. Aklımda, kalbimde düşüncelerimde başka hiçbir şeye yer kalmamıştı, ondan başka. Doğumdan sonra ilk günlerde iyi beslenememişti. Inatlaşmıştı benimle emmemek için. Kendimi bir zorba gibi hissetmiştim. O zaman anlamıştım ona hiçbir şeyin zorla yaptırılamayacağını (belki de herkesin ortak noktasıdır?). Şekeri düşmesin diye zorla meme vermekle uğraşıyordum bana çok kızıyordu ve ben ağlıyordum zorla vermeye çalışmam karşısındaki çaresizliğini bana karşı koyamayışına ağlıyordum. Sonra uykuları… biliyordum ki büyüme hormonu uykuda salgılanıyor, uykuları bana dert oluyordu. Uyusun da büyüsün ninni… Bir de o rüyalar… Kimi zaman saçma sapan kimi zaman korkulu karabasanlı rüyalar… Bilinçaltımın derinlerine gömdüğüm her korku, her yetemezlik duygusu, her yenilgi rüyalarımda savaşa giriyordu sanki. Bir de çevreden gelen yorumlar. Bizim insanımız kadın doğum ve pediatri uzmanıdır ve aynı zamanda psikologtur. Her şeyi bilir. Fakat bir arkadaşımın bir tavsiyesi gerçekten çok işime yaramıştı. Yavaşla dedi sadece… Ebeveyn olmak galiba bu yoldan geçiyor. Yavaşlamak ve sabırlanmak. Önce kendinizin sonra çocuğunuzun maskesini takın derler uçak yolculuklarında… Annelik de öyle olmalı mutlaka fakat insanın yenidoğan bebeği olunca bebeği iyi olmadan kendisine bakamıyor ki maskesinden ne kadar oksijen gelirse gelsin. Kısacası çaresizdim. Gazı yeterince çıktı mı? Bakın çıktı mı demiyorum… Yeterince… Karnı mı ağrıyor, doydu mu…

Bir anda gelen bu olağanüstü değişime ayak uydurmak çok zor geliyor insana. Bir anda her şey değişiyor; bütün dünyan, yediğin lokma, içtiğin su aldığın nefes o oluyor. Bunu kabullenmek  özgürlüğünden bir parça vazgeçmek demek. İyisiyle kötüsüyle her şey o artık… Evlilik yıl dönümüzde o 18 günlük bir bebekti. O gün sanırım gerçekten kabullendim. Ben artık bir anneydim. Ve kendimi toparlamam gerekiyordu. Kişiden kişiye değişiyor mutlaka, bazıları bebeklerini o kabulle alıyor kucağına fakat herkes öyle değil. En güzel esaret çünkü annelik. Herkes için özgürlük kolayca elden çıkarılabilen bir kavram değil ama çıkarınca tahminim o ki daha da özgürleşeceğim. Bakalım…

Yardım kabul etmek konusunda daha olgun ve daha cesur insanlar bu dönemde daha rahat edebiliyor. Insanın kendi ebeveynleri torunları söz konusu olunca çok daha yapıcı ve kucaklayıcı oluyorlar. Kendi çocuklarında belki yapamadıklarını yapıyorlar. Onları egosuz sevip korku hissettirmeden yanlarında olabiliyorlar. Mümkünse bu destekten mutlaka yararlanmak gerekli. Ben ilk günlerde kimsenin yardımını ve yapıcı yorumlarını dahi istemedim. Çünkü lohusa kafası bambaşka bir şey. Bu tür yardımları ve yorumları açık gönlülükle kabul etmeye hazır olan kadınlar bile çok daha kolay incinebilir bu dönemde. Benim annem beni kırmadan destek olmaya çalıştı. Beslenme sorunu yaşadığımız o ilk günlerde bebeğimizin emip emmediğini kontrol etmeye çalışırdı fakat bunu da kendi yavrusunu kırmadan yapmak ister gibi sessiz ürkek sırtını kamburlaştırarak kaçamak bakışlarla yapardı. Onu öyle gördükçe daha çok ağlamak isterdim. Çevrenizde sizi korumak için elinden geleni yapmaya hazır kişiler yoksa çevrenizi değiştirin kendinizi koruyun. Çünkü o dönemde insan zaten hep yanlış yapıyorum duygusu ile boğuşuyor. Anladıklarımdan biri ise o duygu tamamen hiç geçmiyor. Sadece bir tık daha mantık çerçevesine sığmaya başlıyor. Anladım ki ebeveyn olmak üç adım ileri giderken iki adım geri gitmekmiş mutluğumuzun derecesi de o bir adıma şükredip iki adıma hayıflanmamamıza bağlıymış.

Ebeveyn olmak

Ebeveyn olmanın sırrını yavaş yavaş çözümlemeye çalışıyorum elimden geldiğince. Bana öyle geldi ki “Fantastic Four” dörtlemesinin güçlerini iki ebeveynde birleştirebilirsek bu iş olur. Bu süreç elbette insanı büyütüyor olgunlaştırıyor fakat şart olan farklı güçlermiş gibi geliyor bana. Mesela esneklik kollarını bacaklarını vücudunu her yere esnetebilen süper kahraman gibi ebeveynler de zihnini esnetmeyi öğrenebilmeli. Bir diğeri ateşi kontrol etmeyi öğrenebilmek olmalı. Yani öfkemizi, aceleciliğimizi, sabırsızlığımızı, istikrarsızlığımızı… Kısacası kontrolsüz bir alevle eş değer olan tüm özelliklerimizi. Sadece bunları kontrol etmek değil, kontrol ederken de uçabilmek bu kontrolü yitirmeden. Bir diğer özellik ise görünmez olmak. Her anlamda… Elbette kendimizi ihmal etmeyeceğiz ama çocuğumuzun bir ihtiyacı olduğunda biz görünmez olacağız, çocuğumuz parladığında biz onun ışığında görünmez bir destek olacağız, çocuğumuz bunaldığında hata yaptığında yalnız kaldığında görünmez olacağız ama orada olacağız. Son olarak da güç ve dayanıklılık. Bunu çok açıklamaya gerek yok sanırım. Olabileceğimiz kadar güçlü ve kaldırabildiğimiz kadar dayanıklı olmak…

Anne olmak

Beni en çok uykusuzluk gece kalkmaları dur durak bilmeden dinlemeye fırsat bulamadan devam etmeye çalışmak yormadı. Beni en çaresizlik yordu. Yıllar önce bir arkadaşım demişti ki ebeveyn olmak sürekli kalbinde açık bir yarayla dolaşmak. Bir başka yerde de duymuştum ki kalbini çıkarıp etrafta dolaşmasını izlemekmiş ebeveynlik. Hepsine katılıyorum. Doğduğu an demiştim ki kendime 38 yıldır sen benim bebeğimmişsin sadece yeni haberim oldu. Annelik işte böyle bir şey. 

Devamı yaşamda...


Stresi stres yapmak

Birçok yazı kitap ve fikir var stresli durumlarla nasıl baş edileceği konusunda. Ben bu konuda çok iddialı değilim. O tür durumlarda okuyacak gücü kendinde bulmak, uygulamaya geçirebilmek ve istikrarlı davranabilmek herkesin harcı da değil elbette. Benim ne katkım olur bu konuda diye biraz da alaylı bir düşünce zincirine kapıldığım anda fark ettim, stresli durumlarda ne yapılmamalı, ben biraz da bunu anladım. Bu konuyla ilgili düşünceleri kağıda dökmek belki biraz yön verir fikirlerime biraz içsel hale getirmemi sağlar ve belki benim gibi taş kafa olmayan bir iki insana fayda bile sağlar. İnsan stresliyken ne yapmamalı?

1)      Yaşamayı ertelememeli: Bazen öyle büyüktür üstümüzde oturan fil devam etmek için biraz yükten kurtulmak ihtiyacı duyarız. O yükten kurtulmadan bir adım dahi atamayız. Fakat küçük küçük o yükleri atabilmeye başlamak için bile hareket etmek gerekir. Biz dursak da, hayat durmaz. Biz gücümüzü kaybetsek de yaşam bizden güç talep etmeye devam eder. Şu durmak yok mu, öyle bir enerji yayar ki bizden sevdiklerimize, dokunduğumuz her şeye; zehirdir adeta. Her şey bizden başlar, biz iyi değilsek kimse iyi olamaz. Çözüme odaklanmazsak kimse bizimle yol alamaz.

2)      Çareyi destekleyici maddelerde aramak; alkol, sigara, v.s… “Çok stresliyim, ihtiyacım var” “Şimdi içmeyeceğim de ne zaman içeceğim” “Buna da dokunmayın, başka ne kaldı elimde” gibi birçok bahane bulmak mümkün. Aslında bırakmak istediğimiz alışkanlıkları bırakmak için daha uygun zaman olamaz. Stres kötü alışkanlığı tetikliyor, kötü alışkanlık ise yeniden stresi. Kısır döngüyü olumsuz yönde etkiliyor sadece. Biraz durup dikkat edince de kötü alışkanlığın etkisi geçince stresin etkileri değil azalmış, artmış oluyor. Üstelik başka duygusal durumları tetikliyor.

3)      Zamanı makinesi talep edilmemeli: Ah o seler, salar… Zaman makinesi olsa sürekli hatalarımızı telafi edebilseydik çok hoş olurdu. İleriye gitmek yerine, geriye giden bir yaşam belki de daha az yıpratıcı olurdu. Bu işin felsefi boyutu çok derin, kim bilebilir ideal yaşamın ne olduğunu… İdealin yaşamak olduğunu… Gerçek olan bir şey varsa şimdilik geriye saramıyoruz. En azından ben saramıyorum. Elimde olan tek araç ileriyi daha çekilebilir kılmak.

4)      Günah keçisi aramayın: Nefes alacak haliniz yokken toplumda aktif olarak yer almak zorundasınız. Belki iş, belki aile, belki sosyal sorumluluklar nedeniyle kabuğunuza çekilme lüksünüz yok. İnsanlarla aktif iletişim halinde olmak zorundasınız ve bu belki en son istediğiniz hatta yapamayacağınızı düşündüğünüz yegane şey. Bir kere rol kesmek zorunda değilsiniz, mükemmel görünmek zorunda değilsiniz, sürekli gülmek ve güçlü görünmek durumunda değilsiniz ama acınızın acısını başkalarından çıkarmamak durumundasınız. Herkesin bir hikayesi var, sizinki sizin başınızda diye daha zorlu ve acımasız değil. Ne var saymalısınız ne de kıskanmalısınız. Hayat döngüsü bu, kimin ne durumda olduğunu bilemezsiniz ve işin gerçeği şu ki sizin yüzünüz gülerken de başkaları ağlıyordu. Empati bile gerekli değil bu şartı sağlamaya, nötr olmak yeterli. Bilirim insan öyle bir acılaşabiliyor ki, bitter çikolata gibi acılaştıkça da daha sağlıklı hale gelmiyor ve bana kalırsa olabileceklerin en tehlikelisidir bu duygu durumu…

5)      Kendine acımamak: En önemlisi bu… Öyle gururluyuz ki kimse bize acımasın istiyoruz ama acınacak halimize gülmek yerine kendimize gereğinden çok acıyoruz. Kendi gözümüzde kendi değerimizi böylelikle düşürüyoruz. Kendimize iyi davranalım dostlar. Kimse bizi beğenmek zorunda değil, saygı göstermek zorunda değil, değer vermek zorunda da değil. Biz zorundayız, kendimize o kadar da haksızlık yapmayalım. Başımıza gelenler, yaptığımız hatalar, yaşadıklarımız tarihin tekerrürü içinde o kadar küçücük kum taneleri ki… Hem çok küçüğüz hem de yeri geldiğinde sevdiklerimiz için her şeyiz ama kendimizi affetmeden, kendimize bir şans vermeden bu yolu yürümemiz çok zor.

Herkese şifalar diliyorum. Sevgiyle kalın… 


Sanatı sevmek

yaratılış, mizaç, kişilik, üflenen ruh ne dersek diyelim çok küçük yaşlardan başlayarak hepimizde var. Bu yüzden farklıyız. Bir çok konuda genellemeler yapılsa da, ırksal cinsiyetçi genellemeler yapılsa da genellemelere uygun değil yapımız. Bu nedenle herkese farklı şeyler iyi gelir. Bazıları derdi olduğunda bıdı bıdı konuşup birilerinden destek alabilir iken bazıları içine kapanır ama depresyona girer yine de onu yaşar, bazıları ise çoook derinlere gömer. küntleşir, tepki vermez, bir şey yokmuş gibi devam etmeye devam eder.. sözde..
Bu yüzden sanatı çok seviyorum. Sanatı sevmek için çok neden var zaten. Her türlü sanat dalı insan "çekilebilir" kılıyor. Verdiğimiz bu kadar zararın arasında doğaya olan saygısızlığımıza rağmen ürettiklerimizle "acaba" dedirttiyor. Acaba insanlık göründüğü kadar kötü değil mi? dedirttiyor. Buna aracı olan da sanatçılar. Bu iyilik algısını tekelinde tutanlar değiller, aracılar. Çünkü her sanat ürününde fersahlarca uzak onlarca binlerce insan kendinden bir paça bulur. Evet der, hissettiğim/düşündüğüm tam olarak da bu der. Sadece diğeri gibi ifade edemez. Bu nedenle sanat göründüğünde de önemlidir. Bazıları için daha da önemlidir. Yaşamak zor değil mi arkadaşlar? Zorlanmayan var mı? Varsa sırrı nedir? Bazılarımız doğuştan yeteneklidir bazılarımız yolculuk sırasında evrilir de bu başarıya ulaşır ama bazılarımız hayatın yükünü paylaşmayı hiçbir zaman tam olarak öğrenemeyiz. Bu yükü bazen tek de taşımak istemeyiz, artık üzülmemek isteriz. Artık ağlamamak isteriz. Bu nedenle gömeriz. Üstünü örteriz, görmezden geliriz. Biliriz ki bir gün bir yerden belki de çok ağır şekilde çıkacaktır ama insanızdır ve elimizden bu kadar gelir. Bu anlarımızda bile, en karanlık ruh durumlarımızda sanat ve yancıları bizi yalnız bırakmaz. Bir film izleriz, bir kitap okuruz, bir resime bakarız ve ağlarız. Ne için ağladığımızı bilmeden ve aslında bilerek... Sanat biraz olsun yükümüzü hafifletir, yolumuza kaldığımız yerden devam edemesek de bataklığa gömülmemize engel olur. Sanat güzeldir be smile


Ben'den Sen'e geçmek

Benden Sen’e geçmek

İnsanoğlu’na birey bazında baktığımızda tüm işlevleri bir şekilde “ben”i korumaya yöneliktir. Aile, arkadaşlar veya yakın çevre hep ikinci planda devreye girer. Kendini sağlama aldıktan sonra diğerleri gelir. Bu kuralın tek istisnası anadır, annedir. Bu nedenle bana kalırsa çocuk sahibi olmayan bir kadının gebeliği fiziksel koşullar açısından rahat, duygu-durum açısından heyecanlı, çevresel ailesel ve kültürel olarak el üstünde tutulduğu bir süreç olsa da bilinçaltında sancılı bir süreçtir.  Kendisi farkında olmasa da bile bilinçaltında bir yerde fiziksel doğum gerçekleşmeden ruhsal bir doğum süreci geçirmektedir. Ben’in içinden sen’i daha hiç görmeden tanımadan bilmeden çıkarmaya çalışmaktadır. O güne kadar herkes gibi ilk önce kendini korumaya programlı olan benliği can çekişmektedir. Bir canlı gelecek ve sen tüm insanlıktan farklı duruma geleceksin, sen hep ikinci sırada olacaksın kendin için. Dışarıdan bakarken ilk önce kendi maskeni takıyormuş gibi görünsen de durum gerçekte öyle olmayacak. Belki bu yüzden yapmaması gerekenleri yapmamak daha bir zor geliyordur o dönemde. Eskiye programlı benlik kendini korumaya çalışmaya devam ederken yeni oluşan benlik artık benim için iyi olanları yapacaksın diye kişiyi kendine doğru çekmektedir.

Bazen şaşırırım toplumda çok büyük bir kesimin üzerinde çok da derin düşünmeden anne olma isteğine? Bu kadar doğal görünen olgu insan doğasını tamamen mutasyona uğratan bir süreç aslında… Mutasyon ne zaman tamamlanır? Doğumda mı, gebelik sonlarında mı? Kimbilir… Bilemediklerimizin arasında ekleniversin bu da…


Siyah Pelerinli Adam ve Hamam

Siyah pelerinli adam ve hamam(07/05/2008)


Aşk masallarının büyüleyiciliğine kapılıp bunu gerçek yapmak isteyen adam, kendi gerçeği ile savaşmak zorunda kalınca; kendi gerçeği yüzünden çok kötü yaralara maruz bırakılınca, çirkinleştiğini zannetti. Bütün bu savaşa rağmen büyüleyici, kültürlü, akıcı, güzel bir adam, güzel bir kalem, gözlere güzel bir şölen dünyaya yetişti. Herkes gördü sevdi, tadına baktı. Kendi dışında.

Siyah pelerinli adamı kapatmaya çalışan kadınlardı
Yanlışı yapan
Siyah pelerinli adam bir kadının olamazdı
Her kadına ulaşmalı her kadının en az bir kere bir aşkı hissetmesini sağlamalıydı,
Böyle yazılar yazdıran.

Kimse bu tür aşklara inanmaya devam edemezdi. Devam edenler kör kalır, aptal denilir arkalarından gülünürdü. Etmeyenler, ya siyah pelerinli adam gibi onların hayaleti peşinde yerinde çürürdü ya da hamama giden, sudan çıkan kadın gibi dalga geçerdi. Bu karakterlerin çok önemli bir ortak noktaları vardı bilmedikleri. İkisi de birer hayalperestti. Doğduklarında, küçüldüklerinde ve büyüdüklerinde bile. Dalar dünyayı kurtardıklarını, sevdiklerini, evlendiklerini, mutlu olduklarını hayal ederler; uyanır, uyanamazlardı. Hayalleri öyle büyüktü ki, gerçek olmayınca bir tanesi kendini suçlamayı ötekisi vazgeçmeyi seçti. Vazgeçen birçok acıyı da geçti.

Osmanlı İmparatorluğunun son padişahı tarafından yaptırıldığı söylenen bir hamama giden iki kadın… Sanki buymuş gibi normali hiç yadırgamadan hamama giden o iki kadın, konuşan iki kadın. Uzun süreli ilişkisi olan Elif: " Ben düğün yapmak istiyorum ama evlenmek istemiyorum, gelinlik giymek istiyorum" der. Düşünürler, acaba birlikte olabilmek için evlenmenin şart olduğu zamanlar ya da hatta erkeklerin evlenmek istemeyip kadınların buna delirdiği zamanlar bile, daha mı iyiydi? Bir mesleğin değil de bir kocanın "altın bilezik" sayıldığı zamanlar daha mı iyiydi? Onlara gerçekten ihtiyaç duyduğumuz zamanlarda daha mı az düşünüyorduk? Daha mı az konuşuyor, daha mı az terk ediliyor? Daha az mı seviyor? Daha az korkuyor, daha az mı çekip gidiyorduk? Hamamın içine girerken o sıcağa birden alışamadılar, nefesleri kesildi. Hani aşksızlığa uzun zamanlar alışıp birden bire aşka maruz kalınca olanlar gibi. Hamamın tepesi kubbe şeklindeydi ve deliklerle küçük ışık yolları açılmış tavan bu minik penceremsi girintilerle doluydu. Odadan odaya geçtikçe ısı artıyordu. Üç kademe ısı vardı. Sırayla hepsi geçilecekti. En sıcak odanın taşa oturulmayacak kadar sıcak olduğu söyleniyordu. İlk odadan ikincisine geçerken ısı farkını çok hissetmediler. Ateşe atmışlardı bir kere kendilerini, o ateşe atılmayı kabullendikten sonra, altını kim açarsa açsın sıcaklığın artışı çok da hissedilmiyordu. Tıpkı kaynar suya atılan kurbağanın çektiği acı ile normal suya konup yavaş yavaş kaynatılan kurbağa arasındaki fark gibi. Farkına bile varmadan pişerdi insan. Severek, pişerek ve hiç anlamadan ölebilir insan o ateşte. İki kadından daha tombul olan ama hamamın mevcut seyircilerine göre elbette ince olan, bunları aklından geçiriyor hatta dile bile getiriyordu. Çünkü;

Ruhunda bir damla sanat ateşi taşıyan insan
Hayat geldikçe üstüne yaşayamaz
Sorgulamadan
Yazmadan.
Kendini bırakamaz huzura,
Her şeyin altında yatan anlamı
Anlamadan
Yatmasa da anlamlandırmaya çalışmadan.

Anlamlandırmaya çalışmak siyah pelerinli adam ve tombul hamam kızının ortak bir yönü daha idi. Siyah pelerinli adam öyle çekmiş öyle sıkılmıştı ki kendinden, bir tek hareketi daha egodan yaparsa kaybolacaktı tüm anlam. Onun yapacağı her şey ya korkudan ya da aşktan olmalıydı; yapmış olmak için yaptığı şeyleri tüketmişti hayatta, hakkı kalmamıştı öylesine yaşamaya. Buna inanıyordu, bütün gelenleri hak ettiğine de… Yalnız bir şey eksikti göremediği, haklarının bittiğine inanmasındaki güzellik ve saflıktı anlamak istemediği.

Hamam kadınları bir sürü çıplak kadının arasında birbirinin üstüne su döküyor, konuşuyor, gülüşüyorlardı. Her şeyin olduğu gibi hamamın da bir raconu vardı elbet. Önce suyla biraz oynanır, sonra 3. Kademedeki sıcaklığa terfi edilip orada ter atılırdı. Sıcak odadan çıkıp keseye yatılır ve bütün ölü deriler tek tek temizlenir pislikler suyla yıkanır gözenekler yeni pislikleri misafir etmek için sonuna dek açılırdı. Aynı zamanda biraz da ruhlarının temizleneceğini zannederdi hamam kadınları.
Bir tas su dök
Kafandan aşağı
Bir zamanlar yaptığın yediğin her şey havaya karışsın
Hapsetsin onları hamam.

Çünkü siyah pelerinli adam çünkü ile başlayan cümlelerin tanımı idi. Çünkü o gelmeden çok önce çünkü ile başlayan cümleler başlamıştı. Boşu boşuna tüketilmişti çünkü o daha varmadan. Bu kaçınılmazdı artık hayatta. Var olan her şeyimizi çünkü nün en anlamlı olduğu insana saklamak mümkün değil artık. Eksildiğimizi kabullenmek zorundayız hayıflanmadan. Az daha çoktur diye avunmalıyız belki de. En basitten gelen insan yolu en basite gitmek ister çünkü ve belki de. Siyah pelerinli adam çünkü lü cümlelerin eseri olamayacaktı maalesef, çünkü bunun için geçti ama onun için değil, onun için erken bile. Görecek kadar uyanık, görecek kadar hayalperest kalabilse…

Hamam kadınları konuşmaya devam ederken keselenen kadınları izliyorlardı. Memeleri ile yatan kadınların kirleri bir bir atılıyordu. Tombul hamam kızı kendini buna hazırlamaya çalışıyordu. O artık öğrenmişti, o çok uzun zamandır, o kendini bildi bileli çıplak bırakmıyordu hiçbir zaman. Konuşuyordu tombul olan: " Hayal kırıklıklarım öyle büyük ki onları ifade etmek için üstlü sayılara ve öyle fazlalar ki onları hesaplamak için logaritmaya ihtiyacım var artık". "Aslında yapmak istediğim, demek istediğim tek şey, 'her gün her gece sev beni'. Çünkü bir bu var hayatta asla kirletemeyeceğimiz, sevgi. Onu da kirlettik dediğini duyuyorum, ısrar ediyorum, asla kirletemeyiz…". Hamam kızları birbirinin doğum haritasındaki boşlukları dolduran insanlar misali birbirlerinin anlatılarını anlamsız bulmuyorlardı. Elif devam ediyordu:" Öyle dolu ki bu beynim ve öyle anlamıyor ki çoğunluk bunu, bilerek yaptığımı zannediyorlar, yetinmediğimi… Yapmayı denemediğimi, terapiye gitme nedenimin bunu yapmak olduğunu anlamıyorlar. Mükemmel olmasını istediğimi görüyorum, hayatımda olmasını istediğim her şeyimin. Mükemmel yapamayınca korkuyorum. Belki de senin siyah pelerinli adamın kadar cesur değilim ben. Bazı şeyleri mükemmelleştirmek isteyeceğimi, başaramayacağımı sonunu getirecek gücümün olmadığını hissediyorum zaman zaman. Fakat bunu onun gibi baştan kabullenip yaşamamak yerine yaşamaya çalışıyorum onun kadar cesur olmadığımdan." Tombul kız müdahale etmeden duramıyor:" Cesur olsan o zaman korkardım, korkmayan insanın hayatında kaybedecek bir şeyi kalmamış demektir". Elif devam ediyordu:" Doğru söylüyorsun belki ama korkum bile yetmiyor. Mesela eve döndüğümüzde seninle güzel güzel krep yiyeceğiz yatacağız, dinleneceğiz hayatın tadını çıkaracağız. Ama ertesi gün gelecek ve ben daha kendi ruh sağlığımdan emin değilken başkalarının ruh sağlıklarının bana emanet edildiği günler gelecek, daha aşklarımın arkasında sağlam adım duramazken benden bir aile kurmam beklenecek ve ben bütün bunları yaşlandığımın belirtisi olarak göreceğim sadece. Sahilde sırt çantamla kalın kaşlarımla gezinip platonik aşkları dert zannettiğim günleri özleyeceğim". Sustular, iç çektiler.
Gerçek şuydu ki bizim 2 hamam kadını gibi kadınlar, susup duramazdı. Hayat onlara olamazdı. Onlar hayata olmalıydı. Onlar nasıl insanlardı, nasıl anlatsam? Biri masasının üzerindeki deliliği fark edip telefonda arkadaşına söyleme gereği duyan bir düşünür, biri bunları bana yazıp yollasana onları öykü yapacağım diyen bir yazar.

Elifin masasındakiler:

2 İran kedisi.
Kalem kutu
1 kutu diyet kola.
1 boş şişe kola
Salatalık turşusu kavanozu
Varoluşsal psikoterapi kitabı
Tırnak makası
Törpü
1 bardak dibinde kola var, buz erimiş o yüzden içilmemiş
1 defter
1 flashdisk
Telefon
5 lira
Buruşturulmuş peçete
Boğaz pastili
1 su şişesi
1 ayraç
Laptop
Bir de mükemmel arkadaş, mükemmel dost, mükemmel psikolog, vasat evlat, vasat kız
Kardeş vasat sevgili

Ama bakınız; siyah pelerinli adam sanıyordu ki hayat hep ona oluyordu. Sanıyordu ki, her şeyi o yapıyordu, her şey ona yapılıyordu. Kötünün de kötüsü, iyinin yüzkarasıydı sanıyordu. Onu seven herkesi küçük görüyordu böyle düşünerek. İnsan bir kendi sevilmesi, kendi egosu söz konusu olunca aklıyla düşünemezdi, yararlı olamazdı, böyle yapıyordu.

Tombul hamam kızı da inanmıyordu.
Böyle bir güzelliğin harcanmayacağını biliyordu.
İyimserdi, onun yolunu bulacağını biliyordu.
O yolun kendisine bakmadığını biliyordu.
Pelerinli adamın hayranlığının kendine olmadığını anlıyordu.
Onun tekrar uçabilmesini istiyordu gönlü.
Bencildi, bencil değilim diyemezdi yine de bir gün uçacağı gerçeği onu mutlu ediyordu.
Uçup gidecek olsa da yanından onun o gün.
Tombul hamam kızına olan duygularını gösterebilmek için ya ona gelmek ya da bunu toplumsal bir hareketle ortaya dökmek seçeneğinin kulakları acıtıcı güzelliğine fırsat tanınmadan gideceğini biliyordu siyah pelerinli adamın.
Çünkü
Çünkü o çünkü leri hak ediyordu
Ve çünkü
Duyguları hakkında bir haber olan
En az Elif en az siyah pelerinli adam kadar habersiz olan ve korkan tombul kız
Her şeye rağmen
Sanırım
Onu seviyordu.

Sevgi öyle dile düşmemeliydi. Sevgi hep böyle zor ifade edilebilmeliydi. Sevgi tensel yaklaşma ile karıştırılmamalıydı. Tensel yaklaşma iyice anlamsızlaşmıştı. Tekrar anlam kazanana kadar tenler artık yaklaşmayacaklardı.

Üçüncü odaya geçme zamanı gelmişti. Orasının ne kadar sıcak olduğundan söz ediliyordu. Tombul kız fark edemedi birden. Evet mermerler oturulmayacak kadar sıcaktı, evet misafirperver bir Elif dostu yanmasın diye soğuk sularla yıkamıştı her yeri ve yine de sıcaktı ve hatta plastik taslarını; bakır olsun diye imrendikleri plastik taslarını soğuk su çeşmesinden doldurup üstüne oturma gereği duymuşlardı ama yine de o kadar da sıcak değildi sanki. İnanılmaz terlediler. Yeter dediler, keselenmeye döndüklerinde ikinci odaya, anladılar. Meğer insan kendini ateşe bir kere attı mı hissetmeden pişen kurbağa bacağı çorbası misali yavaş yavaş altlarından ısıyı arttıranları fark etmezmiş, ancak öyle bir sıcaktan daha az bir sıcağa dönebilince aslında ne kadar da rahat nefes aldıklarını, ve ne olduğunu bile bilmedikleri bir uğurda, ne kadar uzun olduğunu bilmedikleri bir süre boyunca nefessiz kaldıklarını ancak o zaman anlarlar. Akıllı olan şükreder, güçsüz olan dönmek ister. Bu kadar da basittir.
Midir?
İnsan öyle güçsüz bir varlıktır ki aslında, cümlenin sonunu açıkça noktayla getirdikten sonra bile soru sormaya cüret eder.

İki insan
Senelerdir birbirini az çok bilen iki insan
Başka bir isim koyma gafletinde bulunurlarsa birlikteliklerine
Birbirlerine bakışlarındaki berraklık yok olur.
Sanki bilmez gibi birbirlerini, birbirleri hakkındaki fikirleri konusunda bile şüpheye düşmeye başlarlar.
Yanılırlar.
Aşk yanıltır.
Aşkın ismi bile yanıltır.
Aşkın ismi mi? Yoksa aşk mı onları yanıltan?
Anlayamazlar.

Sonunda keselenme zamanı da gelmişti. Arkadaşının keselenmesini izleyen tombul kadın korkusunu yenip yattı memeleri açık kadının önüne, çünkü artık onun da memeleri ortadaydı. Korktuğu gibi değildi. Biliyordu ki, bütün yalanlar dolanlar hileler oyunlar kadınların dünyasında mevcuttur. Dürüstlük bütün basitliği ile olsa dahi erkeklere mahsustur. Yine de o hamam öyle güzeldi ki. Memeler sadece memeydi, göğüs değildi. Erkeklerin sahnesinde olayın oynanacağı gibi değildi, kadınlar birbirlerinin göğüslerini görüp tahrik olup ellemeye başlamayacaklardı. Kimsenin umurunda değildi, kimsenin memeleri, yağları, kılları, göbeği kimsenin umurunda değildi. Seksi olmak şart değildi. Seksi davranmak saçmaydı. O kadınlardan kimi parasını kazanıyor, kimi rahatlamak istiyor, kimi tedavi oluyor, kimisi ise sadece yıkanıyordu. Hatta parasını kazanmak için bir kadının benim vücudumu keselemesi, masaj yapması gerçeği bile o kadar rahatsız etmiyordu beni. Rahatsız etmesi, mesleğine saygısızlık duymak olurdu. Oysa düşünün genel evlere giden erkekleri; en adam olanları bu işten rahatsızlık duyup yapamıyorlar ve bu onların en adam olanları. Erkeklerin en adam olanı bile karşısına bir kadın geçti mi, onu cinselliğinden ayrı görüp saygı duyamıyor. Çünkü bu doğa kanunlarına aykırı. Orada acıdım bazı kadınlara. Belki de güzel hayatları vardı, ama eminim ki bazılarının da yoktu. Eminim ki bazıları burada çıplak bile olsalar insanlıkları ve sadece insanlıkları ile yargılanırken, eve gidecek bir et parçasına dönecek, bir erkeğin altına yatmak için kendilerine bakacaklardı. Hiç gerek yokken, onlar zaten dünyalar kadar güzelken…

Siyah pelerinli adamı kapatan kadınlardı yanlışı yapan
Öyle ya,
Hissetmese bile onun adımını attığı her yerde aşk bitmeliydi
Hissetmese bile.
Kimse ona herkese aşkı yaşatma misyonunu vermedi
Bu adil olmayan yolu kendi seçti
Yaşatamayınca suç kendinin zannetti.
Hak yoktur oysa ne doğru ne de yanlış
Ne yanlıştır onu kendi için isteyen kadının yaptığı
Ne de yanlıştır onun kendisi için daha iyisi olduğunu bilmesi
Ne korkmasıdır yanlış
Ne de vazgeçmesi.

Ne denir bilinir; tragedya+zaman eder komedya. Trajedilerini dünyanın bütün zamanına rağmen bir noktadan sonra komedi olarak görememektir bir insanı hasta yapan. Başka hiçbir şey değil. Siyah pelerinli adamın yaptığı hiçbir şey hasta damgasını kendisine vurmasına neden değildir bundan başka. Çünkü evren bile onun komediye dönen öyküsünü izlerken kirli ekranından, o hala tüm saflığı ve berraklığıyla trajedi zannediyordur ona her olanı.

Siyah pelerinli adam, tombul hamam kızının bu güne kadar arzuladığı her erkekten bir parça taşıyordu. Öyle ki, sorulsa bunlar ona, bunları listeleyebilir ve hatta aynı parçayı taşıyan erkekle eşleştirebilirdi. Peki ya inanç? O neredeydi. İnanç yoktu. Ayrı ayrı o parçaların sahibi adamlar hep biraz eksikti, bu yüzden kusursuzdular, tehlikesizdiler, gideceklerdi, gitmelerini istediğinde pişman duymayacaktı. Ya o parçalar, ya birleşseler bir adamda… Ne inanabilirdi doğruluğuna, ne gitmesini isteyebilirdi, ne de gittiğinde pişman olmayacağını garantileyebilirdi. Mutlu da olsa, son sondur. Tombul hamam kızı masalların gülünçlüğü ile dalga geçiyor ve onlara inanmıyordu. Ancak eksik aşklar, eksik süreler boyunca eksik mutluluklar verebilirdi.

Siyah pelerinli adam bu gerçeği doğruluyordu, sevsem bile vazgeçerim… Sevsem bile çeker giderim diyordu. Hem de yazıya dökülemeyecek kadar kısa zamanlarda.

Aşk masallarının büyüleyiciliğine kapılıp bunu gerçek yapmak isteyen adam, kendi gerçeği ile savaşmayı öğrendi sonunda; kendi gerçeği yüzünden maruz bırakıldığı kötü yaraları hak etmediğini anladı, güzelleştiğini fark etti. Bu savaşa rağmen bütün cesetlerin arasında ayakta kalan büyüleyici, kültürlü, akıcı, güçlü, gururlu güzel adama, güzel kaleme, gözlere sergilenen güzel şölene baktı ve gurur duydu. Herkes gördü, sevdi, tadına baktı. Kendi bile.

Gerçek mi? Şüpheyle baktığını görüyorum. Masallara ve mutlu sonlara alayla bakan tombul hamam kadını en azından şunu biliyordu, onun kalbinden geçtiyse bu son, bu son olacaktı. Bu inanç değildi, bu hayalperestlik değildi. Bu deneyimin tam kendisiydi. Bugüne kadar olmuş olanlardı. Bugüne kadar olanlar yarın da devam edecekti.

Masallar yanlış değil sadece terstir…
Uyuyan güzel neden güzeldir;

Uyuyorsun
Güzelliğin bu nedenden
İçinde yaşadığın dünyayı bilip de
Güzel kalamazdın sen.

Çirkin ve güzel masalında bir iğrençlik abidesi olarak yansıtılan çirkin güzelden katlarca güzeldir aslında. Eğer güzel onu çirkinliğine rağmen sevdiyse, bir başka bildiği, bir başka çıkarı vardır, çirkin onun bu yüzünü bilmesine rağmen onu sevdiyse ondan katlarca güzeldir.
Küçük denizkızı mı? Yorumlamaya bile cüret edemiyorum. İnsan korkuyorsa kaybedecek çok şeyi vardır.